2 Ekim 2014 Perşembe

SIRKINTI TÜRKMENLERİNİN MENŞEİİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Şamil YAZAN
Araştırmacı-Yazar

Sırkıntı Türkmenleri Çukurova’nın en önemli Türkmen Topluluklarından birisi olmasına rağmen hakkında fazla bilgi olmaması dikkat çekicidir. Sırkıntı Türkmenleri üzerine fazla araştırma olmamasına rağmen Sırkıntı Türkmenlerinin menşeii konusunda bilgi kirliliğin olması daha da şaşırılacak şeydir. İşte bu yazı çalışmamızda Sırkıntı Türkmenlerinin Avşar olduğu yönündeki iddiaları değerlendireceğiz.
Sırkıntı Türkmenlerinin Avşar olduğu iddiasını dile getirenlerin başında Yusuf Halaçoğlu, S. Burhanettin Akbaş ve Adnan Menderes Kaya bulunmaktadır. Adnan Menderes Kaya’nın “Avşar Türkmenleri” isimli eserinde Sırkıntı Türkmenleriyle ilgili şöyle bir ifade vardır:”Çukurova’nın en büyük aşiretlerinden biri olan Sırkıntı Aşireti batılı seyyahlar atarfından Afşarlara mensup bir oymak olarak gösterilmektedir.”[1] Aynı ifadeyi S. Burhanettin Akbaş’ın “Kayseri’de Yörükler ve Türkmeler” isimli eserinde görmekteyiz.[2] Bu iki yazarın ifadelerinden sanki birden fazla batılı seyyahın Sırkıntı Türkmenlerinin Avşar olduğunu belirttiği gibi anlam çıkıyor. Oysaki kaynak olarak gösterdikleri Faruk Sümer’in makalesinde[3] böyle bir anlam çıkaracak ifadeyi göremiyoruz. Faruk Sümer bir Alman seyyahının ifadesinden Kozanoğullarında Avşar olabileceğini belirtiyor. Faruk Sümer yine de Kozanoğullarının Farsak olma ihtimalinin olabileceğini belirtmektedir.Faruk Sümer’in aynı Avrupalı seyyah dayanarak “Sırkıntıoğlu’nun ve hatta Karsantıoğlu’nun Avşar Beylerinden oldukları sözüne inanılabilir.” demektedir. Faruk Sümer’in bu ifadesinden anlaşılacağı üzere bu tahmindir. Ayrıca Faruk Sümer’in bu ifadelerinden anlaşılacağı üzere böyle bir iddiaya kaynak olan başka  bir Avrupalı seyyah yoktur. Sonuç olarak Faruk Sümer’in  Osmanlı arşivindeki ” Zikr olunan Sırkındılı nam-ı diğer Alaeddinlü me’a Kara Dirlik Bozdoğan taifesinden olup..”[4] ifadesini görmüş olsaydı zaten Sırkıntı Türkmenlerinin Avşar olduğu yönünde bir görüş belirtmezdi.
Yusuf Halaçoğlu’nun Çukurova ilgili eserlerinde Sırkıntı Türkmenlerinin Avşar olduğunu belirten bir ifadeye rastlamadık ama Yusuf Halaçoğlu’nun konferanslarında veya basın açıklamalarında bu yönde bir açıklama yaptığını biliyoruz. Yusuf Halaçoğlu’nun hangi kaynağa dayanarak Sırkıntı Türkmenlerinin Avşar olduğunu söylüyor bunu bilemiyoruz. Tahminimize göre Yusuıf Halaçoğlu’nun kaynak olarak  yukarıda bahsettiğimiz Faruk Sümer’in makalesidir.
            Sonuç olarak Sırkıntı Türkmenleri üzerine yeterince çalışma olmadığı ortadadır. Bu yüzden Sırkıntı Türkmenleri hakkında bilgi karışıklılığının olması normaldir. İlerde yayınlayacağım “Sırkıntı Türkmenleri” isimli çalışma bu konudaki boşluğu dolduracaktır.




[1]  Adnan Menderes Kaya, Avşar Türkmenleri, Geçit Yayınları, Kayseri 2004,s.197
[2] S. Burhanettin Akbaş, Kayseri’de Yörükler ve Türkmenler, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları, Kayseri 2005, s.168
[3] Faruk Sümer, “Çukurova Tarihine Dair Araştırmalar”, Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt I, Sayı I, Ankara 1963, s.84,85
[4] MAD 6890, s.32

28 Mart 2014 Cuma

SIRKINTI TÜRKMENLERİ TARİHİ ÜZERİNE NOTLAR

Şamil YAZAN
Araştırmacı-Yazar

            Sırkıntı Türkmenleri üzerine en geniş bilgisi sahip biri olarak Sırkıntı Türkmenleri üzerine konuşması gereken biri olarak bu yazıyı kaleme aldım. Bu yazının amacı Yukarı Sırkıntı Nahiyesi tanıtmak ve Sırkıntı Türkmenlerinin günümüzde mensupları üzerine düşüncelerimizi paylaşmaktır.

1.Geçmişten Günümüze Sırkıntı Türkmenleri

            Gerek Ahmet Cevdet Paşa ve gerekse Faruk Sümer Sırkıntı Türkmenlerinin Çukurova’nın en büyük Türkmen topluluğundan biri olarak nitelemektedir. Faruk Sümer’e göre Sırkıntı Türkmenleri Çukurova’da 18 köye iskân edilmişlerdir. Bize göre Faruk Sümer’in verdiği rakam eksiktir. Ayrıca Faruk Sümer’in bahsettiği 18 köyün hemen hepsini biliriz. Ama bu köylerde kendini Sırkıntı diyen insan çok fazla değildir. Bu durumun sebebi nedir? Neden bazı insanlar kendileri Sırkıntı olarak ifade ederken; bazı insanlarda Sırkıntı’ya mensup olduğu halde kendini Sırkıntı olarak ifade etmez? İşte bu soruların cevabını aramaya çalışacağız. Bu soruların cevabını madde inceleyelim:
ü  Günümüzde kendini Sırkıntı olarak ifade eden insanlar bey ailesindendir. Yani aile arasında çok iyi bilinen meşhur Murtaza Beyin torunları olmaktadır.
ü  Bey ailesinde mensubiyet şuuru daha fazla olduğu için bu aileye mensup birçok kimse Sırkıntı soyadını almıştır.
ü   Bey ailesinde mensubiyet şuuru çok fazla olduğu için geçmişle anlatılanlar kuşaktan kuşağa aktarılabilmiştir.
ü   Gerek Osmanlı ve gerekse Cumhuriyet’in iskân siyaseti Bey ailesi dışındaki Sırkıntı Türkmenleri mensuplarının mensubiyet şuurlarını tamamen ortadan kaldırmıştır.
ü  Gerek Osmanlı Arşivinde bahsedilen ve gerekse Faruk Sümer’in bahsettiği köylerde yaşayan insanlar kendilerini Berber olarak nitelemektedirler. Ayrıca bu insanlar bu köylerinde kurucularıdır. Bu köyler Fırka-i İslâhiye’nin Çukurova’da gerçekleştirdiği ıslahatlar neticesinde kurulmuştur.
ü  Bu 18 köyde Berberler dışında yaşayan kişiler yöremizde Aydınlılar (Yörükler)  diye bilinmektedir ve Osmanlı Döneminin daha sonraki tarihlerinde veya Cumhuriyet Döneminde iskân olunmuşlardır.
ü  Kendilerini Berber diye ifade eden kişiler aslında Sırkıntı’ya mensupturlar.
ü  Zaten Berberlerin ileri gelen isimlerini ( Abdi Uşağı ve Deli Hasan gibi) Sırkıntı’ya ait 1721 tarihli ait bir kaynakta da görmekteyiz.  Bu kaynakta Sırkıntı’ya mensup kişilerin isimleri yer almaktadır. Yukarıda saydığımız isimleri de bu kaynakta görmekteyiz.

2. Yukarı Sırkıntı Nahiyesi

             Nahiye 1865 tarihinde Fırka-i İslâhiye’nin Çukurova’da gerçekleştirdiği ıslahatlar neticesinde kurulmuştur. Nahiye Kozan’ın güney-batısında ve İmamoğlu’nun batı ve kuzey- batısında yer almaktaydı. Nahiyenin ilk nahiye müdürü Sırkıntılı Ahmet Ağadır. Nahiye Kozan Sancağının Sis Kazasına bağlıydı. Adana Vilayet Salnamelerinden elde ettiğimiz bilgilere göre 19. ve 20 yüzyılda nahiyeye bağlı köyler şunlardır: Turunçlu, Karacaören, Bağtepe, Zerdali, Damyeri, Tepecikören, Camiören, Alaybeyi, Abdalören, Koyunevi, Otluk, Çörten ve Sayca. Nahiyenin idare merkezinin birkaç defa değiştiğini görmekteyiz. Bu nahiye İle ayrıntılı bilgiyi ilerde yayınlamayı düşündüğümüz ve hazırlıklarına başladığımız Sırkıntı Türkmenleri isimli eserimizde bulabileceksiniz.
            Bu nahiye ile ilgi yanlış bir kanıda isminin değiştiği yönündedir. Sırkıntı’ya mensup birçok kişiyle görüştüğümde bana Kozan’a bağlı Tepecikören Köyünün eski adının Sırkıntı olduğunu daha sonra değiştirildiğini belirttiler. Hatta Tepecikören Köyünün isminin Sırkıntı olarak değiştirilmesini önerenler bile var. Oysa ben bu görüşte değilim. Bunun nedenlerini madde madde açıklayayım:
ü  Sırkıntı bir aşiret ismi olduğu kadar Osmanlı Döneminde nahiye ismidir. Üstelik bir nahiye değil iki nahiyenin ismidir. Kozan’a bağlı nahiyenin ismi Yukarı Sırkıntı Nahiyesidir.
ü  Osmanlı geleneğinde bir nahiyenin veya kazanın merkezinin farklı bir ismi daima olurdu. Tek istisna büyük şehirlerin merkezleri de aynı adla anılırdı. İstanbul ve Adana gibi….Kadirli Osmanlı dönemindeki adı Kars olup merkezi idari yeri olan bugünkü Kadirli’nin yeri Pazar diye bilinmekteydi. Yukarı Sırkıntı Nahiyesinin idari yerleri sırasıyla Camili ve Tepecikören Köyü olmuştur. Yani Osmanlı Döneminde hiçbir köyün adı Sırkıntı olmamıştır. Halk arasında Sakardaş olarak bilinen yerin ismi Osmanlı kaynaklarında yine Tepecikören idi.
ü  Eğer bir yerin Sırkıntı olarak değiştirilecekse bu Tepecikören Köyü’nün ismi değildir. Değiştirilecek yerin ismi Ceyhan’a bağlı Sağkaya Beldesidir. Çünkü bu yerin eski ismi Kırmıt olup Aşağı Sırkıntı Nahiyesinin idari merkezi idi. Sağkaya Belediyelik olduğu için Sırkıntı adını alması daha mantıklıdır

ü  Son olarak Tepecikören Köyü belediyelik olursa Sırkıntı ismini alması gerekir. Ama köy konumunda kalırsa Sırkıntı adını almasına gerek yok. Çünkü tarihi gerçeklikle ters düşer.

9 Ocak 2014 Perşembe

İMAMOĞLULU ŞAIR VE YAZAR HASAN HÜSEYIN ÇABUK’TAN YENI BIR ESER

Şamil YAZAN
Araştırmacı-Yazar
Hasan Hüseyin Hoca’yı İmamoğlu üzerine çalışmaya başladığımda tanımıştım. Hoca o sıralar Çukurova’da Yörükler isimli eserini yayınlamıştı. Bende Fikret Aslan’ın İmamoğlu İlçesi’nin Tarihçesi isimli eseri düzelterek yayınlamak üzereydim. İşte kitabın matbaa işleriyle uğraşırken Hasan Hüseyin Hoca’nın da kitabını aynı matbaada çıkardığını öğrendim. Kendisiyle tanışmak üzere bir not bıraktım. Ama bizim matbaa yoğunluktan olsa gerek benim notumu Hasan Hüseyin Hoca’ya vermeyi unutmuşlar. Ama Hasan Hüseyin Hoca’yla matbaada karşılaşma şansımız oldu. Hemen kendimi tanıttım. Kendisi de hemen kitabını imzalayarak bana hediye etti. İmamoğlu üzerine çalıştığımı belirttim. Kendisi de yaptığım çalışma hakkında: İmamoğlu’nun buna büyük bir ihtiyacı olduğunu belirtti. Ben de hemen hazırlığını sürdürdüğüm Sosyal ve Kültürel Yapısıyla İmamoğlu Tarihi isimli çalışmamda Hocama da yer verdim. Az da olsa Hocamın İmamoğlulu bir yazar ve şair olarak bilinmesini istedi.
İmamoğlu’ndan yetişmiş ve yazmayı seven birisiyle tanışmak beni oldukça mutlu etmişti. Çünkü İmamoğlu’nda bu tür kültürel çalışmalara hazır değildi ve bu düşüncemde de yanılmadığıma inanıyorum. İmamoğlu’nda yetişmiş biri olarak bir nebze olsa yaşadığım aydın yalnızlığından Hasan Hüseyin Hoca sayesinde kurtulmuş oldum. Çünkü İmamoğlu’nda yazan ve üreten insan yok denecek kadar azdır ve yazan ve üreten insana da İmamoğlu’nda zerre kadar değer verilmez.  Ne diyelim bu da İmamoğlu’nun idarecilerinin bir kabahati olsa gerek...
İmamoğlu’nda kültürel hareketlilik yok derken hemen imdadıma Hasan Hüseyin Hoca’nın ikinci çalışması olan Elöpen Sıcağı isimli öykü çalışması çıktı karşıma. Hoca, öykü kitabı hazırlığını daha önce bana söylemişti. Ama kitap okumanın sevilmediği ve yazmanın ise gereksiz görüldüğü İmamoğlu’nda İmamoğlulu bir şairin yeni kitabı bende heyecan yaratmayacak ne olacaktı?
Gelin isterseniz yazarımızı tanıyalım: Hasan Hüseyin Hoca, İmamoğlu’nun Camili Köyü’ndendir. Kendi tabiriyle çadırda doğdu. İlkokulu kendi köyünde okudu.  Daha sonra öğretmeninin teşvikiyle Düziçi İlköğretmen Okulu’na gitti. Buradan 1968 yılında mezun oldu. 26 yıl yurdun değişik yerlerinde öğretmenli yaptı. 1993 tarihinde emekli oldu. Yazarımız eskidende edebiyatla ilgilenmekteydi, ama emekli olduktan sonra yazmaya daha çok ağırlık verdi. Toplumcu-Gerçekçi bir çizgide yazmaya gayret göstermekte olup birçok gazete ve dergide öyküleri
Daha öncede belirttik o çadırda doğdu. Yani tam bir Yörük...  İmamoğlu’nun Hayta Yörüklerinden olmaktadır. Belki de bu Yörüklük duyguları kendisini Yörükler üzerine bir kitap yazmaya iten.  Hoca Çukurova’da Yörükler çalışmasını hazırlarken birçok yeri de gezmiştir. Bu yönüyle eser ilginç bir çalışmadır.  Neyse sözü fazla uzatmayarak Hoca’nın yeni çalışmasına getireyim. Yeni çalışması Elöpen Sıcağı isminde olup tam 107 sayfadır.  Kitap da 17 tane hikâye vardır. Hoca hikâyelerinin konusunu çevresinden seçmiştir. Aslında kitabı biraz dikkatli bakıldığında Türkiye’nin yaşadığı değişimim izlerini de görmek mümkündür. Özellikle şehirleşme olgusunun insanlarda yarattığı çelişkiler hikâyelerde sık görülmektedir. “Sıradan Bir Eğitim” isimli öyküde “Öğretmen okuluna başladığım ilk günler en büyük zorluğum masada yemek yerken oldu. Bir türlü yemek yiyecek şekilde oturmayı beceremiyordum. Çoğu zaman sağa sola döküyordum.”böyle bir olayın yaşanmış olması şehirleşme olgusunun getirdiği çelişki olsa gerek.
“Tarımı Nasıl Makineleştirdik” isimli öyküde ise teknoloji karşısında yaşanan çelişkiler ve komiklikler güzel bir üslûpla anlatılmıştır. Avrupa Birliği uygulamalarının halk arasında nasıl algılandığı ve nasıl bir tepki aldıkları “Kopenhag Kriterleri ve İnek”, “Kopenhag Kriterleri ve Trafik” hikâyelerinde edile gelmiştir.
Hikâye kitabına baktığımızda yeni kelimelerde öğrendiğimizi görüyoruz. Halk arasında Elöpen adıyla bilinen bir kertenkele olduğunu ve bu kertenkele ele alındığında sürekli dilini çıkarırınmış. Bu yüzden Elöpen adını almış.  Sığır sürüsüne nahır dendiğini ondan öğreniyoruz. Kese yoğurdundan yapılan ayrana Çalkamaç dendiğini yine ondan öğreniyoruz. Ayrıca Hoca eski kelimeleri hatırlatmakla yetinmeyerek karpuz, kabak karışımına Karbak diyerek yeni kelimelerde türetmektedir.
Daha önce de belirttiğimiz üzere Toplumcu-Gerçekçi bir çizgide yazmaya çalışmaktadır. Bu yüzden olsa gerek Hoca hikâyelerinde vermek istediği mesajı hikâyelerin sonunda açık açık vermektedir. Yani hikâyeden çıkacak sonucu okuyucunun bulmasına bırakmamaktadır. “Müsait Bir Yerde” isimli öykünün sonunda. “ Esas olan hepimizin karşılıklı sevgi ve saygı içinde olmamızdır” diyerek verilmek istenen mesaj direk verilmiştir.

Eser hakkında söylenecek çok şey ama bu yazının amacını belki aşabilir. Nede olsa edebiyat eleştirmenliği benim uzmanlık alanım değil. Bizimki sadece hocanın kitabına bir merhaba diyebilmektir. Son olarak Hasan Hüseyin Hoca iyi ki varsın. İyi ki yazıyorsun.